Adalet, Hukuk, Yargının Bağımsızlığı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Cuma
Son yıllarda Sabataycılar, yani zâhirde Müslüman gibi görünen gizli Yahudiler siyaset, medya, iktisat, kültür hayatında büyük ağırlık kazanmışlar, sayılarıyla nisbetli olmayan dehşetli bir güce sahip olmuşlardır. Şu anda kabinede üç bakanları vardır. Ünlü bir iktidar adamımızın güçlü Sabataycı eşi, ülkenin başbakanı kadar siyaset işlerinde rol oynamaktadır.
Ancak, akılların almayacağı bir şeyler olmuş ve çok güçlü, çok ünlü, çok tesirli bir Sabataycı tutuklanmıştır. Bu nasıl olmuştur?
Cumhuriyet’in ilanını takip eden yıllarda eski maliye nazırı Sabataycı Cavit bey yargılanıp asılmıştır, birtakım Sabataycılara baskılar yapılmıştır ama onlar buhranları atlatmasını, güçlükleri yenmesini bilmişler, bir müddet sonra memleketin bir numaralı lobisi haline gelmeyi başarmışlardır. Bunu da öncelikle gizli bir cemaat oluşlarına borçludurlar. Halk onları yakın zamana kadar bilmiyordu. Sabataycılık konusu Türkiye’nin gündemine geçen yıl girmiş; milyonlarca halk ve aydınlarımız bizde iki kimlikli, dıştan Müslüman görünen, gerçekte ise Yahudiliğin bir koluna bağlı bulunan bu esrarlı cemaatin varlığından haberdar olmuştu.
Ülkemizde sadece milletvekillerinin dokunulmazlığı yoktur. Masonların, Sabataycıların, bazı baronların da, dokunulmazlığa benzer zırhları bulunmaktadır. Atatürk’ün direktifleriyle Mason locaları 1935’de kapatılmıştı. Onun ölümünden sonra tek parti diktatörü olarak “Millî Şef” ünvanıyla iktidara oturan İsmet Paşa 1945’te locaları tekrar yasallaştırdı. O günden beri inançları, fikirleri, görüşleri yüzünden Masonlar rahatsız edilmemişlerdir. Sadece 27 Mayıs 1960 ihtilâlinde Demokrat Parti’ye mensup Mason milletvekilleri de tutuklanmış, büyük bürokrat birkaç Mason Yassıada zindanlarına konulmuştur. O tarihte Masonların başı, Üstad-ı Azam’ı başbakanlık müsteşarı Ahmet Salih Korur’du. Mason olduğu için himaye edilen bu zat, Menderes iktidarının en büyük bürokratı olmasına rağmen iki senelik bir hapis cezasıyla yakasını sıyırabilmiştir.
Şu anda ülkemiz Masonlar için bir cennettir. Fakir, muhtaç, işsiz, ezilen bir tek Mason yoktur. Hepsinin de bir elleri yağda, bir elleri baldadır. Masonik inançlarından, “mâbet” adını verdikleri yerlerde toplanıp esrarlı âyinler yapmalarından dolayı hiç rahatsız edilmezler ve hesap vermezler. Vatandaşlar anayasaya göre eşittir ama onlar daha fazla eşittir.
Sabataycılar da böyleydi ama son günlerde onlara nazar değdi ve değerli bir evlâtları tutuklandı. Şu anda bütün Sabataycı lobi onu kurtarmak için seferberdir. Kurtarabilirler mi? Bir tahmin yürütemiyorum. Allah bilir.
Bütün vatandaşların hukuk ve adalet önünde eşit olmaları gerçekten çok önemli bir medeniyet ilkesidir. Zekâ, ilim, irfan, makam, mevki, hayırlı veya şerli olmak hususlarında insanlar elbette eşit değildirler ama hukuk önünde herkes eşit olmalıdır. Bu eşitliği sağlayan devletler ve rejimler (Devlet ayrı, rejim ayrıdır) halklarına, ülkelerine yararlı olurlar; sağlıklı bir yapıya sahip bulunurlar.
Türkiye büyük bir ülkedir. Bizim devletimiz bir zamanlar, bugünkü ABD gibi bir süper güçtü; üç kıt’ada nice ülke onun hakimiyeti altındaydı. Ülkede büyük bir çeşitlilik vardı. Çeşit çeşit ırklar, dinler, kimlikler, cemaatler güven içinde yaşıyorlardı. Bu gücün birinci sebebi devletin, sistemin âdil olmasıydı. Ne zaman ki, bu adalet sarsılmaya başladı, devlet durakladı, sonra geriledi, en sonunda çöktü.
Bizde şimdi yüzde yüz olmasa da, teoride demokrasi var. Yine yüzde yüz olmasa bile bir miktar fikir hürriyeti var. Batı ülkelerindeki kadar yok ama hukuk var.
Birtakım şer güçleri Türkiye’yi batırmak için hukuka, evrensel ve temel insan haklarına aykırı teoriler geliştiriyor, uygulamalar yapıyor. Demokrasi diyorlar, sonra halkın iradesini hiçe sayıyorlar. Öyle maddeler, konular var ki, halkın yüzde doksanının istediği olmuyor, küçük bir azınlığın millî iradeye tamamen zıt isteği ve iradesi uygulanıyor. Böyle demokrasi olur mu? Mahkemelerin bağımsız olması gerekir. Bu, temel şarttır. Hukukun üstünlüğünü kabul etmiş bir devlette hiç bir güç ve makam mahkemelere talimat veremez.
Şu günlerde Fransa’da cumhurbaşkanı Chirac ile ilgili çok önemli bir gelişme yaşanmaktadır. Paris belediye başkanı iken Chirac’ın yolsuzluk yaptığı iddia edilmekte ve mahkemeye çağrılmaktadır. Chirac, devlet başkanı olduğu için gidip ifade vermek istemiyor. Mahkeme ve hakim ise çağırmakta ısrar ediyor. Hukukun üstünlüğü, adalet, yargı bağımsızlığı denilince işte böyle olmalı.
Biz bugünkü karışık duruma birkaç hafta veya ay içinde gelmedik. Nesiller (kuşaklar) boyu devam eden hatâların, yanlışların, kötülüklerin cezasını çekiyoruz. 1923’te Cumhuriyet kurulduğu zaman çeşitlilik vardı, millet ile devlet barışıktı. Sonradan çeşitlilik kaldırıldı, tek parti sistemi kuruldu, millî kimliğe cephe alındı. 1945’ten sonra tekrar çok partili sisteme geçildi ama demokrasi, adalet, hürriyet, güvenlik hususunda yine çok ters işler yapıldı. Birtakım güçlü ve esrarlı azınlıklar kendilerini sömürgeci gibi, halkı ise sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, zenci, parya gibi gördü. Dünya globalleşti, bütün medenî ülkeler gerçek demokrasiyi ve hukukun üstünlüğü prensibi üzerine oturmuş bir siyasî yapıyı benimsedi. Bizde yamuk ve çapık bir zihniyet sağlıksız statükoyu muhafaza hususunda direnip durdu. Türkiye’ye zarar veren; ülkenin, devletin, milletin geleceğini tehdit eden bir sürü vahim kötülük ve tehlike varken başörtülü üniversiteli kızlarla uğraşıp duruyorlar. Dünyanın hiçbir medenî, ileri, hukuklu ülkesinin üniversitelerinde başörtüsü yasağı yoktur. Bizdeki statükocu diktatör zihniyet ise başörtüsü talimatına gereği gibi uymadığı için koskaca bir üniversiteyi kapatmaya karar verdi.
Kanunlarımız, hukukî sistemimiz, her medenî ülkede olduğu gibi soygunu, talanı, hortumlamayı, banka boşaltmayı; devletin, halkın, memleketin milyarlarca dolarını zimmetine geçirmeyi, uyuşturucu ticaret ve trafiğini, devlet ve belediye ihalelerinden yüzde on komisyon almayı, rüşveti, emanete hiyaneti suç sayıyor ve bunları yapanlara ceza öngörüyor. Lâkin birtakım şer güçleri hukukun ve adaletin işlememesi için her türlü habaseti, şeytanlığı, iblisliği yaparak memleketi bugünkü duruma getirmiştir.
Şeriatın (adaletin) kestiği parmak acımaz denilmiştir. Bu memlekette yaşayan ve çeşitli gruplara ve görüşlere bağlı bulunan bütün aydınlar adaletin bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, kanunların âdil olması için elbirliğiyle çalışmalıdır. Aksi takdirde, şu anda çok kötü durumda bulunan memleket düze çıkamaz. Başımıza çok daha büyük felâketler ve krizler gelir.
Sağcı solcu, ilerici muhafazakâr, sünnî alevî, dinci lâik, şucu bucu herkes hukuk ve yargı önünde eşit muamele görmelidir. 07 Nisan 2001