300 Bin Kişi Ne ki…
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Çarşamba
En az 100 bin, en fazla bir milyon kişi toplanmış… Dünyanın büyük gazete ve ajansları 300 bin kişi vardı dediler. 73 milyonluk Türkiye’de 300 bin kişi çok mudur, az mıdır? Son on yıl içinde, on milyonluk Yunanistan’ın Selanik şehrinde, kimlik kartlarından din hanesinin çıkartılmak istenmesini protesto için bir milyon kişi toplanıp yürüyüş yapmıştı…
300 bin kişilik bir miting Türkiye için dev miting sayılmaz. Bunun için öylesine hazırlanmışlardı ki, bu rakam bir başarı değil, büyük bir başarısızlıktır. En az iki-üç milyon halkı bir araya getireceksin ki, Türkiye çapında büyük bir miting olsun.
Bu miting bir aksiyon muydu, yoksa bir reaksiyon muydu? Tartışmaya hiç lüzum yok, kesinlikle bir reaksiyondu.
Bu zorlama miting neye ve kime karşı yapılmıştır? İslâm’a ve Müslümanlara karşı yapılmıştır. Hedef alınan kesinlikle bir politikacı değildir.
Bu miting yasal olarak meşru mudur? Elbette meşrudur. Lakin ahlâken meşru değildir.
Miting, İslâm karşıtlarının bir zaferi midir, yoksa İslâm’ın bir zaferi mi?.. İslâm’ın zaferidir.
İslâm bu ülkede Marksistlerin ve Çağdaşların iddia ettikleri gibi reaksiyon mudur, aksiyon mudur?.. Kesinlikle aksiyondur. Çünkü, ötekilerin bütün söylemlerinin özeti İslâm’a karşı olmaları, İslâm’ı bir tehdit ve tehlike olarak görmeleridir.
Mitinge katılan herkesi İslâm’a karşı olmakla mı suçluyorsun?.. Benden böyle bir densizlik beklemenize üzüldüm… İslâm’a karşı olanlar 10’da bir bile değildir. Bizde futbol kulübü tutar, futbol holiganlığı yapar gibi particilik yapılıyor… Sünnîye “din elden gidiyor”, Aleviye “Alevîlik elden gidiyor,”, şuna “devlet elden” gidiyor, buna “vatan elden gidiyor” şeklinde beyin yıkayıcı propagandalar yapılıyor. Mitingi organize eden derin güçler (iyi saatte olsunlar) dehşetli çalışmışlar, ellerindeki bütün imkân, fırsat ve potansiyeli seferber etmişler ve bu kadar insan toplayabilmişlerdir.
Toplananlar vatandaş değil mi? Biz Türkiyeliler hepimiz kardeş değil miyiz?.. Elbette vatandaşlar, elbette kardeşiz ama nedense bizde kardeşlerarası kavgalar ve anlaşmazlıklar, birtakım şeytanlar tarafından körükleniyor. O şeytanlar Türkiye’de Sünnîlerle Alevîlerin, Türklerle Kürtlerin, dindarlarla dinden kopmuşların düşman olmalarını ve birbirleriyle çekişip tepinmelerini istiyor ve planlıyor… Bu işi niçin yapıyorlar?.. Halkın kamplara ayrılıp birbirine soğuk bakması neticesinde meydana gelen bulanık hava içinde derin herifler ve kurumlar milyarlarca dolarlık rant elde ediyorlar. Bizdeki “devlet elden gidiyor, laiklik çok tehlikede, böyle büyük tehlike şimdiye kadar görülmemişti…” gibi sloganların ardında akıl almaz rant hesapları vardır.
Türkiye’de çoğunluğu meydana getiren Müslümanlar mâsum (günahsız ve hatasız) mıdır?.. Mâsum değildirler ama mazlumdurlar (zulme uğramışlardır). Türkiye Müslümanları iki ateş arasında kalmışlardır. Bir tarafta amansız derin din düşmanları, öbür tarafta yaman din sömürücüsü, mukaddesat bezirgânı sahte dindarlar, katmerli münafıklar, haram yiyici rantçılar. Yakın tarihimizde Müslümanlar büyük ve vahim insan hakları ihlâllerine mâruz kalmıştır.
Bu işin sonu ne olacak?.. Bu iş yeni değildir. Tanzimat’tan, 1’inci ve 2’nci Meşrutiyet (1908) hareketlerinden bu yana sürüp gidiyor. Gidişat parlak değildir. Mesele şunun veya bunun devlet başkanı olması da değildir. Ya tarihî arızadan vazgeçilecek, tarihî devamlılık mecrasına (suyun aktığı yatak) girilecek, yahut çok kötü yıkımlar, çöküşler, batışlar, zelzeleler, patlamalar olacaktır.
Bir okul düşünün, günlük programı yok. Öğretmenleri var, öğrencileri var, binası var, bütçesi var; saatli dakikalı programı yok. Kimin ne yaptığı belli değil.Yoklama falan yapılmıyor, ana kapıdan giren çıkan belli değil. Böyle okul olur mu?
Bugünkü İslâm toplumunun hali de anlattığım okula benziyor. Plan yok, program yok, talimatnâme yok, yoklama yok, ders okutup öğretme yok, imtihan (sınav) yok…
İslâm’ın temeli, iman ettikten sonra beş vakit namaz kılmaktır. Bana inanmayan varsa, gerçek ve icazetli din alimlerine sorsun.
Müslümanların bugün, namaz konusunda ciddî, planlı, programlı, talimatlı, denetimli, teşvikli bir programı ve çalışması var mıdır? Var diyenin alnını karışlarım.
Ezanlar okunur… Nasıl okunur?.. Yüzde doksandokuz iyi okunmaz, güzel okunmaz… Camiye gelen gelir gelmeyen gelmez… Bu hal yıllardan beri sürer gider. Bu da bizim zamane Müslümanlarının namaz kılmasıdır.
Peki namaz konusunda ne yapmak lazım? Elbette zorla namaz kıldıracak değiliz ama yapılabilecek nice hizmetler ve işler vardır bu konuda:
(1) Namaz konusunda en uygun şekilde propaganda yapmak gerekir. Bu propaganda “uygun” olmazsa boştur. Uygun propaganda ne demektir? İlme, irfana, yüksek kültüre, edebî sanatlara dayalı propaganda olması gerekir? Vasıflı propaganda olması gerekir. Tesirli (etkili) propaganda olması gerekir.
(2) Dindar Müslümanlar kendi aralarında “Namaz Komiteleri” kurmalıdır. Meselâ, biri namaza giderken, çok nazik, çok kibar, hiç tedirgin etmeyecek şekilde samimî görüştüğü komşusunu da “Ben namaza gidiyorum, sen de geliyor musun?” diyerek ona namazı hatırlatmalıdır.
(3) Namaza teşvik konusunda milyonlarca güzel broşür yayınlanmalı ve dağıtılmalıdır. Bu broşürler iyi kağıda dört renkli çok üstün ve nefis bir dizayn ve süsleme ile basılmalıdır.
(4) Müslümanlara, namaz kılmadan kurtulmalarının hürleşmelerinin, aziz olmalarının mümkün olamayacağı anlatılmalıdır.
(5) Mısır’da, Pakistan’da, Hindistan’da ve diğer yerlerde çok güçlü bir şeriat eğitimi aldıktan sonra Avrupa’nın ve Amerika’nın iyi bir üniversitesinde sosyal ilimler sahasında araştırma yapmış, doktora vermiş, dört beş lisan bilen, yabancı dillerde kitapları yayınlanan, ayrıca ahlâk ve tasavvuf neş’esine sahip bulunan kaliteli baş-imamlar yetiştirilmelidir. İstanbul’un en az 100 camisinde böyle imamlar namaz kıldırmalı, vaaz etmelidir.
Evet plan yok program yok… Sergi usulüyle para toplamak çok… Her iş bitmiş gibi camilere galoşla girme reformu ve bid’ati zuhur etti…
Geçenlerde bir dostum telefon etti. “Cumartesi sabahı namaza Eyüp Sultan Camii’ne gidiyoruz, gelir misiniz?..” diye sordu. Memnuniyetle kabul ettim. Cami dolmuştu, dışarıda namaz kıldık. İbadetten sonra civardaki bir yerde kahvaltı yaptık, sohbet ettik… Övgüye değer bir gelişme… Gerçi bunun da tenkit edilecek tarafları var. Ayda bir kere yapılıyor. Halbuki Müslümanlar her sabah namazını (kahvaltı hariç) böyle camilerde kılmalı. Herkesin otomobili var. Bu binitler öncelikle ibadet yolunda kullanılmalı değil mi?
Vazifelerini yapan Diyanetçilere ve İlahiyatçılara minnet ve teşekkürlerimi sunarım. Onları tenzih ederek yazıyorum: Vazifelerini hakkıyla yapamayan Diyanetçilerin ve İlahiyatçıların sorumluluğu ve vebali büyüktür. Başta namaz ve cemaat olmak üzere Müslümanları uyarmakla mükelleftirler (yükümlüdürler). Halkın müjdelenmesi ve uyarılması (korkutulması) gerekir. İslâm dini nasihat ve öğüt demektir. Müslümanlar için günlük, haftalık, aylık, yıllık ve ömür boyu plan ve programlar yapılması, İslâmî talimatnâmeler hazırlanması zaruret derecesinde önemlidir.
Minarelere gerekenden fazla hoparlör koyup, bunları gerekenden fazla açmak; cami kapılarına galoş makineleri koymak (Bu işin ticareti yekun olarak ne tutar acaba? Ülkemizde 40 binden fazla cami var. Bunların beş binine bu makinelerden konulsa, satan iyi para kazanır…) Din görevlilerine meşruta/lojman yaptırmak… Camilere klima, kalorifer, vantilatör, kamera tesisatı kurmak… İbadet yerlerini saçma sapan ışıldaklar, zırıldaklar, fırıldaklarla donatmak… Bunlar İslâmî hizmet ve faaliyet değildir.
Hele Sultanahmet Camii’nde Papa ile birlikte mihraba dönüp Dinlerarası Diyalog saygı duruşu yapmak… İslâm ile hiç alakası olmayan korkunç bir bid’at!… 19 Nisan 2007